Bu arada konuşulan ama nedense pek ilgi çekmeyen kısımlardan
biri ise Soygu ve Gerasimov’un istediği ve Putin’in imzaladığı kararnamede
Wagner adının geçmiyor oluşu. Kararname, ülkede faaliyet yürüten ve Rus
Ordusuna bağlı olmayan tüm askeri güçleri kapsıyor. Wagner dışında Çeçen Lider
Kadirov’a bağlı Ahmad birlikleri biliniyor mesela, bunların dışında Rusya
Federasyonu’na bağlı başka kimi özerk bölgelerin de özel askeri birlikleri
olduğu hatta Wagner benzeri başka paralı asker grupları olduğu da iddia
ediliyor. Ama görünen o ki Wagner Rusya’nın ülke dışındaki, (Suriye, Libya, Mali, Orta Afrika vs.) operasyonlarında biraz fazla öne
çıkmış ve Kırım’ın işgalinden Donetsk ve Lunask’ın Rusya’ya bağlanma
operasyonları öncesi ve sonrasında Ukrayna’da yer tutmuş (Ukrayna’daki bazı
askerlerinin Ukrayna vatandaşı olması mümkün), yani biraz fazla büyümüş.
‘Güç yozlaştırır. Mutlak güç mutlak yozlaştırır’ özlü
sözünün ‘şimdilik’ en görünür vücut bulmuş haline dönüşmüş Rusya’nın, bir tür ‘newfeodal
lordlar’ koalisyonuna dönüşme ihtimalinin belirdiği ortada. Bunun sonucu bir
parçalanmayı getirir mi bilinmez ama bu noktaya gelişin Putin’in tek adam
rejiminin eseri olduğu bir gerçek ve bunun istenen bir şey mi olduğu yoksa
istenmeyen bir sonuç mu olduğu tartışması, tamamen gereksiz. Bugün, dünün
sonuçlarıyla yaşanıyor nihayetinde.
Tek kişi rejimlerinin eninde sonunda öncelikle ister hale
gelecekleri şey her zaman ‘sadakat’tir. Arzu edilen kayıtsız şartsız sadakattir
ama pratikte bir süre sonra ve yerini sağlamlaştırdıkça kayıt da hayatın
gerçeğidir şart da. Bir ülkeyi her anlamda yönetmek (politik, ekonomik, askeri
ve dış işler vs.’den başlayıp eğitim, sağlık, altyapı vs. halka doğrudan
hizmetlere ve yerellere kadar) ne kadar nitelikli olursa olsun bir kişinin
harcı ol(a)mayacağından, işlerin bürokrasiyi çalıştırabilecek niteliklere haiz
(liyakat) birilerine delege edilmesi, prensipte tercih edilendir ama uygulamada
‘sadakat’ baskın çıkar. Yani tek kişi için esas olan çoğulluk değil, sadakat
zinciri içerisinde –ve tabi en tepesinde- ‘tekleşmedir’.
Peki, bu başarılabilir mi? Aslında hayır. Görünüşte ve bir
süre için belki başarılmış gibi görünebilir ama alttan alta vücut bulan, tek
kişinin sadakatine güvenip(!) bir kısım işleri delege ettiği kişinin de,
kendine sadık(!) kişileri kilit noktalara yerleştirmesi ve kilit noktalardaki
kişilerinde kendilerine sadık(!) başka kişileri kendi altlarında
konumlandırmasıdır. Sonunda, liyakate tercih edilen sadakat zinciri, her biri
kendi konumu (eşittir çıkarı) için an be an kavga etmeye hazır, buna ihtiyaç
duyan, kavgada üste çıkmak için de kendi kontrolünde güç toplamaya çalışan bir
hale dönüşür. Buradaki güç istenci/ihtiyacı ille de zor kullanma gücü değildir.
Bürokrasinin işini yapmamasını ya da yeterince yapmamasını, mesela yavaş
çalışmasını sağlayacak imkâna (atamalarla vs.) sahip olmakta çok ciddi bir
güçtür, çünkü buradaki küçük bir aksama bile en baştaki tek kişinin prestijinin
düşmesine, halktan tepki almasına ve meşruiyetinin zedelenmesine, sonunda da ‘tek
kişinin’ hışmının birilerinin üzerine yönelmesine neden olabilir. Yani en
baştaki tek kişinin, tüm iyi niyetiyle bile olsa, en başta yapmaya çalıştığı
şey; işleyişe dair her konunun işin uzmanlarına verilmesi, yapamazsa hızlıca
değiştirilmesi ve bu şekilde ülkedeki tüm yönetimin son derece hızlı, kararlı
ve inovatif olabilmesinin ve bu sayede hem ülkenin gücünün ve etkinliğinin
artarak pekiştirilmesinin hem de halkın refahının artırılabilmesinin sağlanması
niyetlerinin tam karşısında; artık kolay kolay yerinden oynatılamayan, oynatılması
tek kişinin meşruiyetine ciddi tehdit oluşturabilecek, bu şekilde devamını ise
ancak şartlı sadakatle –ki şart, derecesi konumuna göre değişmekle birlikte
iktidara ortak olma imkânının kabulüdür- sürdüren, yozlaşmış, kendi içinde
hizipleşmiş ve başka hiziplerle şartlara göre koalisyon yapan ve bozan bir
sadakat zinciri sistemi konumlanmıştır artık.
Üstelik bu yeni bir olguda değil. Tarihe biraz meraklı
olanların bilebileceği yüzlerce örneği var yaşanmış. Hatta bir dönemin popüler
dizisi Muhteşem Yüzyıl’da bile Osmanlı Hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’ın
etrafında ölümüne boğuşan Hürrem ve Pargalı rekabeti bile, Hürrem ve Pargalı
etrafında şekillenen ve konumlanan ve amacı sonraki şanslı Padişahı belirleyip,
bu belirlemiş olma/olabilmenin ortaya koyacağı güç sayesinde yönetim
mekanizmasında daha iyi konumlar elde etmeyi (veya konumunu koruyabilmeyi)
amaçlayan hiziplerin mücadelesidir. Osmanlıdaki ‘saray entrikaları’ ancak
kazananın meşru sayılabileceği (kaybedenin kellesi gidecek çünkü) hizip kavgalarına
örnektir, meşhur Magna Carta ise çekişen güçlerin meşruiyetinin hatasıyla
sevabıyla baştan kabulüdür ve devamlılığının sağlanması yolunda hiziplerden
ayrı güçler ayrılığını kurumsallaştıran yolu açmış olmasıyla da demokrasiye
giden eşiklerden biridir.
Rusya devlet mekanizması –ki köklü ve gelişkindir- herhalde
gidişatın yaratabileceği olumsuz sonuçların farkına vardı ve uzun süre Prigojin’e
hamilik eden Putin’e rağmen ve mutlak lideri bir tür onay makamına indirecek
hamlelerle bir tavır ortaya koydu. Ancak bunun da bir başka hizbin atağından
ibaret kalması ve çözüm ol(a)maması, fazlasıyla mümkün. Nihayetinde Putin’in partisinin
de eski SBKP ya da Çin’de idareyi elinde tutan ÇKP misali bir yapıya dönüşmesi
ya da Rusya’da böylesi bir yapının gerçekten ortaya çıkma ihtimali çok düşük.
Bunun yerine Rusya’nın yeniden ‘çoğulluğu’ ve güçler ayrılığını (denge
mekanizması) Rusya yurttaşlarını da kapsayacak şekilde bir dönüşüme girip
giremeyeceğini ise zaman gösterecek ama devletin, meşru toplumsal sözleşme
etrafında yeniden gelişkin kapasiteye ulaşabilmesi de sadece bunun
sağlanabilmesine bağlı olacak, aksi durum Rusya Federasyonu’nun, üstelik
tehlikeli sonuçlarda üretebilecek şekilde, dağılmasına yol açacak.
Winston Churchill’in dediği gibi, “Demokrasi, geriye
kalanlar hariç en kötü yönetim şeklidir!”
0 Yorumlar