Kriz Türkiyesi


Bir süredir bu tarz başlıkları sık görmezdik. Her ne kadar 2008’de ABD’de ortaya Morgate kriziyle çöken piyasaları canlandırmak için FED ve ardından BOJ (Japonya Merkez Bankası), BOE (İngiltere Merkez Bankası ve ECB (Avrupa Merkez Bankası)’nin yürüttüğü parasal genişlemenin sağladığı imkânlarla da olsa, şimdi anlıyoruz ki epey rahat (hatta fazla rahat) bir on yıl geçirmişiz. Ve o rahatlık içerisinde de bugün sonuçlarıyla yüzleşmeye başladığımız birkaç ciddi hata yapmışız!

Birinci hatamız; bol ve ucuz bulduğumuz döviz kredilerini çekincesiz almış olmamız. O kadar ki, tamamen iç piyasaya dönük, perakende sektöründe, hiçbir girdisini ithal etmeyen ve tamamen nakit dönebilme gibi bir imkânı olan şirketler bile var döviz kredisi alan.[i]

İkinci hatamız; iki kanaldan iç tüketimi borçla artırmışız! Birincisi inşaat, ikincisi yerel yönetimler üzerinden beslenen taşeronlaşma ile desteklenmiş istihdam[ii]. Buna hem yerel hem merkezi teşkilatlar aracılığıyla yürütülen sosyal yardımları da eklersek[iii], ucuz bile olsa borç parayla epey Keynesyen bir politika izlediğimizi düşünebiliriz. (Bu arada Keynesyen politikalar ancak elinde fazla para olan ülkelerde piyasayı canlı tutma noktasında etkili olabilir.)
Peki, bu zaman zarfında ne yapmamışız, onları da sıralayalım kısaca:    
·       
             Tarihimizin en yoğun yabancı sermaye giriş dönemini yaşamışız ama onu da iyi kullanamamışız. Gelen yabancı sermayenin çok azı doğrudan yatırıma dönüşmüş ki onunda bir kısmı inşaat yatırımı olmuş (yani büyümeye tek seferlik katkısı olmuş sadece). Bunun dışında zaten var olan şirketler el değiştirmiş ya da fonlar ortak olmuş. Paranın ciddi bir kısmı da hep finansal enstrümanlarda olmuş, gelmiş, sonra elde ettiği kârla birlikte gitmiş.[iv]Bu süre zarfında sanayi üretim kapasitemiz ortalama da yüzde 75’lerde gezinmiş hep. Gerçek ve sağlıklı bir büyüme için yüzde 85’in altına düşmememiz hatta yüzde 90’ları hedeflememiz gerekirken, çünkü Türkiye için sanayide yüzde 85’in altı, -ekonominin dinamosunu inşaat vb. sektörlere bağladığınız takdirde- sanayicinin yüksek maliyet/düşük kâr girdabına düşmesi anlamına gelir.[v]

·         İç tüketime (ve borca) dayalı büyüme dalgası içerisinde tasarrufta da pek iyi gidememiş, ortalama da yüzde 15’lerde kalmışız. (Bu arada buradaki tasarrufu, GSYH’nın yatırıma harcanan kısmı olarak okuyun.) Öyle olunca bankaların kredi kullandırma noktasında ciddi kaynaklarından biri yurtdışından sağladıkları sendikasyon kredileri olmuş ki onlarında çevrim oranları bu yıl yüzde 100’ün üstüne çıkmak üzere. Bunun bir diğer etkisi de bizde bankaların kredileri yıllık kapama ve yenileme şeklinde takip etmeleri, yıllara dağılmış uzun vadeli yatırım kredisine pek sıcak bak(a)mamış olmalarıdır.

·         Politik konjonktürden kaynaklı şu sıralar toplumca pek dert etmiyor olsak da, belki bunlardan çok daha önemli olanı, yapısal reformlarda ilerleme kaydetmemişiz. Başta herkesin dilindeki hukuk, demokrasi, iç çatışma ve kamplaşmaları azaltıcı adımları sayabiliriz bu bağlamda. Ama işin sağlıklı bir ekonomi adına yapılması gereken, finansal raporlamada uluslararası standartların hayata geçirilmesi ve bunu pekiştirme noktasında şirketlere dönük sağlıklı bağımsız denetim süreçlerinin ilerletilmesi, teşvik uygulamalarının bunları da kapsayan bir hale getirilmesi, ekonomik kurumların reel kredibilitelerinin sunabildikleri gayrimenkul tapusuna göre değil mali tablolarına göre değerlendirilmesinin sağlanması gibi normları da var.

Sonuç olarak, sonda değiliz elbette ama görünen o ki krizle yaşayacağımız bir döneme girmek üzereyiz. Bununla başetme noktasında şu ana kadar ortaya konulan politikalar ise halen kendi içinde biraz fazla çelişkilerle dolu YEP, yıl sonu mali tabloyu bir parça rakamsal düzenlemekten başka bir işe yarayacağını düşünmediğim indirim kampanyaları vs’den öteye gitmiş değil. Tüm bunlar böyleyken, bir de kaynak bulmaya dönük belirsizlikler zaten sözkonusuyken üzerine kredi ertelemeleri yapmak durumunda kalan bankaların - her ne kadar rasyoları güçlü görünüyor olsa da- yükü ne kadar taşıyabilecekleri, bana göre şu an en önemli soru işareti!


Yorum Gönder

0 Yorumlar