Floraya Ağıt: Doğa*

Havalar ısınıyor, havalar ısınmıyor, esmiyor, çevre krizi, iklim krizi, ekolojik kriz… Kimimiz ısrarla “yukarı bakma”sak da bir kriz var. Şu ya da bu kelimelerle, “hangisi bizce doğruysa/doğru geliyorsa ya da dilimiz hangisine dönüyorsa” tanımlayabiliriz, adlandırabiliriz… Ama bu sonucu itibariyle bir Ekolojik Kriz, çünkü onbinlerce, yüzbinlerce, milyonlarca yılda oluşmuş –bizi de içinde barındıran ekolojik denge hali, dengeden çıkmak üzere…

Bunun bize etkisi, -şimdilik- daha az kalın kışlık ve daha çok klima almak şeklinde. Ama canlı yaşama olumsuz etkisi şimdiden inanılmaz boyutlarda, çünkü şimdiden binlerce türde milyonlarca yaşam yok oldu. Çünkü oraya buraya ağaç dikerek tamir edebileceğimiz bir durum değil bu.

Neden böyle oldu? Sorusunu soruyoruz haklı olarak ama yanıt hoşumuza gitmiyor, çünkü bunu bize “biz” yaptık nihayetinde. Gerçi ondan da sıyırmaya çalışıyoruz kendimizi “biz”in içinden kimi “o”lar çıkartarak, “ya biz istemedik aslında ama onlar yaptı, yapıyordu” falan, filan…

Belki de en büyük sorunumuz “düşünce tarzımız”. Çünkü bugüne kadar, bunca yıldır, onyıldır, yüzyıldır, daha fazlası… Tutturduğumuz ve tutunduğumuz düşünce tarzı bizi bugüne ve bu ana getirdi.

Aşağıdaki alıntılar belki farklı düşünme yolları aramaya iter bizi, vesile olur diye…

Val Plumwood’a göre, ikili karşıtlıklar veya düalizm; eşitliği ve mütekabiliyeti gerçek anlamda imkânsız kılmak için merkezi kültürel kavramlar ve kimlikler üreten hiyerarşik bir ilişkinin yoğun, oturmuş ve geliştirilmiş bir kültürel ifadesidir. Düalizm, kültüre işlenmiş, doğallaştırılmış ve sistematik olarak daha yüksek ve daha alçak, aşağı ve üstün, hükmeden ve hükmedilen olarak yapılandırılmış… düzenler arasındaki radikal dışlama, uzaklaştırma ve zıtlıkla vasatlandırılmış bir ayırma ve tahakkük ilişkisidir.[i]

***

Doğa düşüncesi, yen, küresel –karbondioksit, kloroflorokarbon ve benzeri gazlardan kaynaklanan- kirlenmeyi atlatamayacak. Doğadaki bu yeni bozulma, sadece etki açısından değil, aynı zamanda nitelik olarak da İngiliz derelerindeki somon balığı konservesi kutularından oldukça farklı. Biz atmosferi değiştirdik ve bu yüzden havayı değiştiriyoruz. Havayı değiştirerek, dünya üzerindeki her noktayı insan yapımı ve suni hale getirmiş oluyoruz. Doğayı bağımsızlığından mahrum ettik ve bu doğanın ortamı açısından ölümcül bir durum. Onu doğa yapan bağımsızlığıydı; onsuz geriye bizden başka hiçbir şey kalmıyor.[ii]

***

Kant estetiğinde temel normlar şöyledir: Öznel ve evrensel beğeni düşüncesi, çıkarsız bir seyrin nesnesi olarak güzel düşüncesi, sonsuza yönelten yüce düşüncesi ve deha düşüncesi.[iii]

***

‘Rappaccini’nin Kızı’nın mekânını büyük çoğunlukla bahçe oluşturur ancak bu bahçe herkesin tanıdığı, bildiği türden bitki ve çiçeklerin olduğu sıradan bir bahçe değildir. Burası Rappacini’nin ‘yarattığı’ rengarenk, sarhoş edecek rayihaları etrafa yayan, başka hiçbir yerde rastlanmayacak bir floraya sahiptir. Flora her zaman zehirli bitkiler de içeren ve deneyim, bilgi birikimine dayanan, kadınlara ait bir alandır. Erkek avcılığı yeğlerken yalnızca beden gücünün üstünlüğünden yararlanmaz; aslında bitki örtüsünün zehirli üyelerini ayırt edecek bilgiye sahip olmadığı için daha güvenli bulduğu hayvan etini tüketmeyi tercih eder. Bitkilerin dünyası ve onun bilgisine sahip kadın her zaman korku salar erkeğin yüreğine; kadın bitkilerdeki iyileştirme ve zehirleme potansiyelinin her ikisini de tanır. Erkeğe yiyecek sunarken bunlardan hangisine ilişkin bilgisini kullanacağı ise erkek açısından meçhuldür. Oysa bitkilerden ve onun bilgisine sahip kadınlardan korkan erkek avcılıkla birlikte ölüm getirir. Kadının toplamacılıkla kazandığı bilgi yaşamın sürmesini engellemezken erkeğin seçimi olan avcılık öldürmeyi gerekli ve zorunlu kılar.[iv]

***

(Elisêe) Reclus ‘Bir Dağın Öyküsü’nde şöyle der; “Her halk, deyim yerindeyse, çevresindeki doğayı yeniden giydirir. Tarlalarıyla, yollarıyla, konutları ve her türlü inşaatla, ağaçları konumlandırması ve genel manzarayı düzenlemesiyle halk, kendi ideallerinin karakterini açığa vurur. Halk gerçekten bir güzellik duygusu taşıyorsa, doğayı daha da güzelleştirecektir. Öte yandan, eğer insanlığın büyük bölümü günümüzdeki gibi hoyrat, bencil ve sığ bir yaşam sürdürmeye devam ederse, sefil izlerini yeryüzüne bırakması kaçınılmazdır. Böylece, şairin umarsız çığlığı gerçeğe dönüşür. ‘Nereye kaçabilirim ki? Doğanın kendisi iğrençleşti.”[v]

***

Reclus estetik ve tüketim ilişkisi üzerine yazdığı makalelerde, estetiğin kapitalistlerin elinde gerçek anlamından uzaklaştırılıp bireyde tüketme arzusunu yaratmak için kullanıldığını ortaya koyar. Nesnenin işlevinin önemli olması gerekirken, modern dünyada görüntü her şeydir artık.[vi]

***

Floraya Ağıt’ın buraya kadar olan ve bundan sonrada olacak olan alıntılarını okurken, toplumsalın tercihi ile var olan sistemlerin devamlılığı üzerinden okumakta fayda var. Devamlılık değil de “bir başka tarz” öneren yazılar da gene nihayetinde, toplumsalın tercihine bağlı olacaktır. Son kertede mutlak zorunluluk –ki yok oluşa da varabilir- noktasına kadar olanlar ve olacaklar, zorunlu/kader değil seçilmiş tercihlerdir.

         “Dolara çevrilebilen hiçbir şey ne kadar korunursa korunsun güvende değildir.” (John Muir)[vii]

         ***

         Doroty Lee, Wintu Topluluğunda, eşitlik kavramının, şeylerin en derin doğasında olduğunu yazmıştı. Buna bağlı olarak Wintu dili hiyerarşik kelime ve anlamlardan bağımsızdı. Bir anne çocuğun isteklerini göz ardı eden bir dille konuşmazdı. Örneğin “bebeği aldım” demezdi; “bebekle birlikte gittim” derdi.[viii]

         ***

         Modernliğin yaratacağı en büyük sıkıntının insanın ruhunu kaybetmesi, birbirine ve doğaya yabancılaşması olduğunu Goethe, Fourier, Marx, Nietzsche, Dostoyevski ve Baudelaire eserleriyle birkaç yüz yıl önce ortaya koymuştu. Çok sevdiği Fourier’in takipçisi olarak Bookchin, bu bağlamda kamusal alana sahip çıkmayı önemser ve şöyle der: “Bir kamu alanı yaratmak için özgür bir çaba içinde olmazsak eğer, siyasi topluluk kalıbı sadece metafor olarak kalır; hiçbir sese, yüze ve tutkuya sahip olamaz. Dolayısıyla bu topluluğun potansiyel bileşenleri yalıtılmış barınaklarında, amaçsız yaşamlarında, kişisel anonimliklerinde ve düşünceye dayalı olmayan ‘zevklerinde’ özelleşir. Kullanmaya zorunlu tutuldukları elektronik araçlar kadar kansız, giydikleri modaya uygun giysiler kadar düşüncesiz, kendilerini avuttukları ev hayvanları kadar dilsiz hale gelirler.”[ix]

        



(*) Doğu Batı Düşünce Dergisi, Floraya Ağıt: Doğa, Sayı:85 (Tüm alıntılar dergiden yapılmıştır.)


[i] Hakan Yılmaz, Hetero-Doğa(l)/Norm(al) Anlayışa Queer Ekoeleştirel Bir Bakış, s.22

[ii] Bill McKibben, Doğanın Sonu. Alıntı; Kerim Can Yazgünoğlu, İnsan Çağında Çevresel Estetik: Güzelin ve Çirkinin Ötesinde “Doğasonrası” Ekolojiler, s.71

[iii] Süreyya Su. Alıntı; a.g.y., s.74-75

[iv] Nilsen Gökçen, Hawthorne’un Zehirli Bahçesi: Bilim ve Ölüm

[v] Erol Malçok, Geçmişten Günümüze Ekolojik Kriz ve Çözüm Önerileri

[vi] Erol Malçok, a.g.y

[vii] Erol Malçok, a.g.y.

[viii] Erol Malçok, a.g.y

[ix] Erol Malçok, a.g.y

Yorum Gönder

0 Yorumlar