“Algı” ekonomisi

[caption id="attachment_868" align="alignleft" width="300"]LEAD Technologies Inc. V1.01 LEAD Technologies Inc. V1.01[/caption]

Ekonomideki sarsıntı, endişeleri de yükselterek devam ediyor. Şimdiki endişe, artarak yükselen ve ekonomiyi negatif etkilemesine neredeyse kesin gözüyle bakılan bu “endişe” halinin, sıcaklığı kaç derece arttırabileceğine dair.

Ekonomiye dönük bakışın birkaç ayağı var. Birisi reel durum. Talep arzdan fazla olursa hem sanayi hem de hizmet sektörlerinde üretim ve istihdam artar, herkes mutlu olur ya da tersi olursa üretim ve onunla birlikte istihdamda düşer, insanlar endişelenir, endişelenince de harcamalarını kısmaya başlar ve böyle devam eder.

İşte o sıralarda bir yerlerde “algı” devreye girer. Algı, güveni etkiler. İşlerin iyi gittiği algısı hakimse güvende yüksek olur, herkesin kazanabileceği zamanlardan olduğumuzu düşünürüz, biz harcamaları arttırırız, artan harcamalarda yatırımları ve işler sahiden de daha iyi olur.

İşler kötüyse ya da kötüye gittiğini düşünmek için sebeplerimiz varsa bu kez çarpanı da gitgide artarak güven de azalmaya başlar, para harcamaya korkulur, yatırımlar düşer ve işler sahiden kötüye gider.

Ama “algı” sadece bunlar gibi sebep-sonuçtan ibaret değil, algı aynı zamanda yönetilmesi mümkün bir şey (ya da elveda piyasa).

1980’lerin ortasından sonra ABD yönetimi, reel ekonomiyle büyümenin yeterli gelmeyeceğine inanan bir dizi tartışmanın içine girdi. Tartışmayı başlatanlar, finans piyasası aktörleriydi. Reel ekonominin çok üzerinde bir hacme ulaşmışlardı ama dünyanın geri kalanı onlar gibi düşünmeyip reel ekonomiye bağlı kalmayı sürdürdüklerinden ellerindeki parayı yatırabilecek alan bulamıyorlardı.

Sonuçta ABD yönetimi (Reagan ve Bernanke) kapıyı açtı ve türev piyasalar hızla yükseldi. Gelecek senenin mısır hasadına bile kredi vermekte tereddüt eden bir sistem, 5 yıl sonrasının hasadını satın alan sözleşmelerin el değiştirdiği bir piyasaya dönüştü. 5 yıl, 10 yıla çıktı. Sözleşmelerin “gelecekteki” kârları, hisselere bölünüp alınıp satılmaya başlandı. Mısır tarlası bir kazaya uğrarsa(!) diye olası kayıplarda sigortalandı üstelik. Finans kurumlarının bilançoları yıllarca patlaya patlaya büyüdü, tabi CEO’ların primleri de. Kayıtlarındaki paralar o kadar büyüdü ki sistemi devam ettirebilmek için önüne önlerine gelene, daha 6 aylık ABD vatandaşı Meksikalı göçmene kadar mortgage kredileri vermeye başladılar. İnşaatla beraber konut sahibi olma(!) oranları da patladı.Mortgage, 10 yıllık, 20 yıllık krediler demek, yani zaman vardı nasılsa. Verilen krediler arttıkça bilançolar daha da yükseldi, kağıt üzerinde kârlar hayal bile edilemeyecek rakamları gördü. Sadece finans kurumları değil, tüm krediler sigortalanıyordu (cömert AIG) ve sigorta şirketlerinin de ve hepsiyle birlikte bu kurumlara yatırım yapan yüzlerce emeklilik fonunun da bilançoları ve kârları (kayıtlarda da olsa) yükseliyordu. Herkes mutluydu.

Aslında işin reel ekonomiyle bağı neredeyse kopmuştu. Yapılan tamamen bir “algı” operasyonuydu.

İşler sonunda öyle bir hale geldi ki finans kurumları, ellerindeki sözleşmelerin ve her çeşit türev araçlarının yüzde 10’unun geri dönmeme maliyetini bile gerçekte karşılayamayacaklarını hesapladılar. Bunu hesapladıkları andaki “bildikleri” gerçek riskleri ise bunun birkaç katına ulaşmıştı zaten. Herkes işlerin iyi gittiğine inanırken, onlar kendilerini Meksika açmazında bulmuşlardı bile, şimdi hepsinin derdi, yara almadan bu açmazdan kurtulmaktı.

Sonunda bir ikisi erken(!) davranıp elindekileri gitgide ucuzlayan fiyatlarla elden çıkarmaya başladı (sadece bir geceleri olacaktı bunun için) ve film koptu. ABD kaynaklı kriz önce İzlanda’da patladı, ardından ABD’de. Avrupa kısmen geleneksel kalmaya devam ettiği için bir nebze korundu ama ABD ekonomisi çok büyüktü, dağılmasına izin vermenin sonuçlarını kimse öngöremezdi, mecburen faturanın bir kısmını üstlendiler.

ABD için de durum dramatikti. Devlet eliyle sosyal güvencenin olmadığı ülkede bankalardan emeklilik fonlarına ve milyonlarca hissedara herkes işin içindeydi ve hepsi de AIG gibi sigorta şirketlerince sigortalanmıştı. ABD yönetimi, dolaylı olarak nüfusunun yarısını beş parasız bırakmayı göze alamazdı, o da birkaç şirketi batmaya bıraktıktan sonra kalanlarını FED eliyle fonladı. FED, ABD yasalarında yeri bile olmayan bir uygulamayla tüm batık şirketlerin önce hissedarı oldu, o şirketlerin envanterinde ne kadar sorunlu türev ürün varsa 10 yıl boyunca her ay 80 milyar dolarlık dilimler halinde satın aldı. Bunun için FED yıllarca para bastı ve bilançosunu onlarca kez katladı. Bir anlamda ABD, kendisini korumak adına reel ekonomiden kopuk parayla sağladığı büyümeyi tüm dünyaya yaydı.

Bunun etkileri dünya genelinde muazzam oldu. Ezber bozulmuştu bir kez ve artık içine girilen ekonomik anlamda her şeyin yeni baştan düşünülmesi gereken yeni bir dünyaydı.

Hala bunu yaşıyoruz.

Yorum Gönder

0 Yorumlar