Korsanlar bildiğimiz gibi değilse…

    “İstenmeyenlerle ne yapılmalı? Medeniyetin, “uyum sağlamayanları”, kendini koruyabilmek için asmalarından budaması gerekir. Her kültür, antik çağdan beri bu şekilde hayatta kalmıştır… Dışladığı şeylerle kendisini tanımlayarak.”[1]





Tarihi egemenler yazarlar ve egemenliklerini pekiştirmek için yazarlar! Olayların ve kişilerin bir kısmını “kurucu geçmişleri ”ne katarken, bir kısmının da kuruluşa karşı çıkan ya da ihanet edenler olduğunu iddia ederler. Zaman değişip de, geçmişin “hainleri” egemen olduğunda ise bu kez taraflar yer değiştirir ama genel kurgu aynı kalır.

Kölelik ve klasik emperyalizm dönemi. İkisi birlikte varoldular. Bugün ikisini de hürmetle anan yok. Ama aynı dönemin bir başka sonucu, korsanlar için tarihteki yerleri hala değişmedi. Hala “kötüler” sayfasında anılmaya devam ediyorlar.

Klasik emperyalizmin işleyişi, basitçe zamanın büyük devletlerinin Amerika, Afrika ve Asya’daki geniş toprakları işgal edip kaynakları kendilerine aktarmaları olarak anlatılır. Bu genel olarak doğrudur da ama pratik bundan biraz daha karışık.

Zamanın zengin aileleri eğer dünyanın herhangi bir yerinde olan ve zamanın büyük devletlerinden biri (yani İngiltere, İspanya, Hollanda, Fransa, Belçika, Portekiz tarafından) ele geçirilmemiş bir toprağın, şeker kamışı, pamuk ya da pazarda satılabilecek herhangi bir ürün için bereketli ve üretim ve nakliye masraflarını karşılayıp iyi de bir kâr bırakacağına ikna olurlarsa, bir araya gelip şirketleşir ve şirket hisselerinden pay alırlardı.[2] Şirketin iş süreci ise paralı askerlerle toprağı ele geçirmek, elde tutmak ve üretim yapıp satmaktı. İş gücü sorunu çoğu zaman kölelerle aşılırdı.

Rekabet, pazardaydı ve fiyatlarla somutlaşırdı. En büyük masraf kalemleri paralı askerlerin maaşları ve donanımlarıyla, kölelerin beslenmesiydi. Karlılığı korumak için uyguladıkları strateji ise duruma göre ya kendileri için pazar fiyatını yükseltmek ya da rakiplerinin maliyetlerini artırmak suretiyle pazarda zorlanmalarını sağlamak şeklindeydi. Burada devreye giren faktörlerden biride, korsanlardı. (DTÖ’nün olmadığı zamanlardan bahsediyoruz.) Bu yüzden ya kimi korsanlar kimi devletlerde açık ya da örtülü şekilde korunurlardı ya da seçilmiş donanma subayları görevli olarak korsanlık yapardı.

Starz yapımı ve birkaç ay önce 4. Sezonunu tamamlayıp final yapmış Black Sails (Kara Yelkenler), sıradan bir korsan aksiyon filmi olmanın ötesine geçip, adeta bir belgesel aksiyona dönüşmüş durumda. IMDB puanı 7,9 olan, çekimleriyle göz dolduran ve  Toby Stephens, Luke Arnold, Clara Paget, Dylan Skews, Hakeem Kae-Kazim, Hannah New, Jessica Parker Kenne’nin rol aldığı dizi, çocukluğumuzdan bildiğimiz Robert Louis Stevenson’un ünlü Define Adası kitabında anlatılan maceranın öncesini konu almış. Yani Kaptan Flint’in İspanyol hazinesini yağmalayıp bilinmeyen bir adaya gömdüğü ana kadar ki, bugünkü Meksika körfezi açıklarında bulunan Nassau adasını üsleri haline getirmelerinden[3], kölelerle ittifak yapıp birlikte İngiltere’nin Yeni Dünya kolonilerini özgür kılmak için bir savaşa girişmeye niyetlendikleri dönemi.

[1] Black Sails; 4. Sezon, final bölümünden…

[2] Bu şirketlerin bazıları olağanüstü büyüktü. Örneğin Doğu Hint Kumpanyası Hindistan’ın büyük kısmına ve aynı zamanda Afrika’da büyük topraklara egemendi ve ordusu Britanya Krallık ordusundan daha büyüktü. Dönemin sömürge valileri de şeklen imparatorluk yönetimleri tarafından atanmış olsa da, çoğu durumda bunlar ya şirketlerin görevlendirdiği idareciler ya da bir bölgedeki toprağı karlı bir iş merkezine dönüştürme konusunda yatırımcıları ikna edebilmiş girişimcilerdi.

[3] O dönem Osmanlı Devleti himayesinde olan korsanlarda vardı ve bunlar ele geçirdikleri yerleri Osmanlı Devleti adına yönetirlerdi. Meksika Körfezi açıklarında bulunan halen Türk Adaları olarak bilinen iki adanın da böyle bir kısa dönemleri olduğu söylenir örneğin. Sonradan İngiliz hâkimiyetine geçmişler.

Yorum Gönder

0 Yorumlar