Bir Yeni Yıl Yazısı; Umutla!

Yeni bir yıla dair ortak düşüncemiz, herhalde “umut” olurdu. Takvim üzerinde –salt kaydi de olsa- bir dönemin bitip yenisinin başladığını bilmek, beynimizi “yeni” olanı düşünmeye sevk eder. Yeni’yi tarifimiz ise “eski” olanın bizi üzen, rahatsız eden, kaygılandıran yanlarının antitezi olur, yani bizim için daha iyi olacak olanı umarız, umut ederiz.

Ama çoğu durumda da bu “umut etme” babında kalır. Bizi rahatsız edip, kaygılandıran o durumlardan kaçınma ya da ortadan kaldırma, kimi zaman “karar vermeyi” gerektirir, karar vermek ise seçimlik bir olgudur ve özünde irademizin özgürleşmiş olması şartına bağlıdır. Bu ise “zor”dur, çünkü verdiğimiz kararın sonuçlarının sorumluluğunu da almayı gerektirdiğini biliriz ama bu da bizi korkutur, belki de her şeyden daha çok. Çünkü öyle zamanlar olur ki, içinde yaşadığımız topluluklarda bu kararların genel bir kabul görmeyeceğini ve topluma rağmen bir karar vermenin sonucunun ise toplumdan dışlanmak olacağını varsayarız. Böyle bir durumda “sıradan” olmak, göze batmamak daha güvenli hissettirebilir.

Düşünceyi insana ve insan olmaya özgü gören ve kavramsal olarak “ne kadar çok insan varsa o kadar çok ‘düşünsel’ evren vardır” diyen şiirsel anlayış, bu çokluktan potansiyel olarak çıkacağını umduğu “umudu” en tepeye koyarak, bir “gelecek umudu” seslendirmeye devam eder. Topluluk içerisindeki bireylerse, topluluk aidiyetlerini (ve toplumca kabullenilişlerini) kaybetmemek için sıradanlığı önemserler; bir çeşit konfor alanını terk etmeme güdüsü.

Bunun bedeli ise iradenin, “bir başka iradeye” teslimidir.

İradenin teslimi, olguları ve olayları “genelleştirdiği” oranda insanı “seçimlik” karar noktasından “korur”, bu sayede olayın bireysel faili ya da tam da fiil öncesi “iradi seçim” yapma zorunluluğundan sakınmış olur.

İradenin teslimi, bir yanıyla yönetsel zorunlulukken, bir yanıyla totaliterliğin besleyenidir. Topluluğa göreceli bir istikrar getirirken, diğer uçta kötülüğü de sıradanlaştırabilir. Elbette buradaki durum, organizasyonel yapıdaki örneğin bir iş akdini fesih kararı veren ve/veya bunu beyan eden yönetsel/bürokratik iradesinden ya da işleyişi sürdürmek adına irade tesliminden daha farklı, daha büyük ve karmaşık yapılar ve çokcası da siyasal olaylara ilişkindir. Ama bu da –oldukça belirgin bir ayrım olmakla birlikte- kesin bir ayrım içermez.

Rastgele seçebileceğimiz örneklerle;

  • Nazi subayı Eichmann’ın, savunmasında “beni bir cani gibi göstermeye çalışıyorlar ama ben bir cani değilim” demesi, (çünkü “herkes” suçluydu),[i]

  • BP’nin daha fazla kâr elde etme hırsıyla güvenlik kurallarını hiçe sayarak yürüttüğü faaliyetin yarattığı çevre tahribatı, (çünkü herkes daha fazla kazanmak isteyebilir),

  • Vietnam işgali sırasında kendi yurttaşının ortaya koyduğu devasa protestoların bir benzeriyle yeniden karşılaşmak istemeyen ABD yönetiminin, Başkan Nixon’un kararıyla zorunlu askerliği kaldırması ve orduyu “paralı”ya dönüştürmesi[ii], (bunun sonucunda Körfez Savaşı ve sonrasında Irak vb. işgallerde Amerikan kamuoyu, babaları gibi sokağa dökülmek yerine televizyon karşısında çekirdek çitleyerek savaşı izlediler, çünkü savaşanlar zorunlu asker olan kendi çocukları değil, ABD vatandaşı olma sınavını vermeye giden ve karşılığında maaş da alan sözleşmeliler ve Hispanikler’di)…

Örnekler çoğaltılabilir ama özeti, Hrant Dink’in bir panelde söylediği cümle de gizli, “reddetmeleri çok normal, çünkü kimse dedesinin suçlu olduğunu düşünmek istemez”.

Sıradanlık kolaydır ve kendisine katılana sunduğu bir konfor da vardır. Bunun karşısında olan ise karar verme şartı olarak bireyin iradesini özgürleştirebilmesidir. Bu daha zordur ve zaman zaman konfor alanından çıkmayı da gerektirebilir. Bunun yolu ise “bu dünyada insan değil insanların yaşadığını”[iii] fark etmekten geçer.

Umudu besleyen budur!
[i] Arendt’ten aktaran Özlem Duva, Radikal Kötülük ve Sorumluluk, Doğu Batı, Sayı:70

[ii] Roger Stahl, Savaş Oyunları A.Ş., Ayrıntı Yay., s.30

[iii] Arendt’ten aktaran Özlem Duva, a.g.e.

Yorum Gönder

0 Yorumlar