Türkiye’nin Geleceği Restorasyon mu?

Siyasetçiler hemen her konuda fikir beyan etmeyi severler nedense. Ama daha çok yaptıkları, onlarca farklı konuda fikir beyan ederken hemen her beyanın içerisinde kendi fıtratlarına, duruşlarına ilişkin mesajlar vermektir. Konuşmalarının bütününün takip edilmesi ya da incelenip değerlendirilmesiyle de ilgilenmezler. Asıl ilgilendikleri “mesajın” ne kadar yayıldığı ve etkili olduğudur.
Eskiden bunu gazete manşetleriyle ya da haberin gazetenin ilk sayfasına yansıyan özet kısmıyla yaparlardı, daha doğrusu gazete editörü siyasetçinin konuşmasından mesajı içeren ya da mesaja vurgu yapan kısmını boldlayıp okuyucunun gözüne sokardı. Bunu yaparken de neyi seçeceği, mesajı nasıl duyuracağı, gazetenin o siyasetçiye bakışıyla belirlenirdi. Destekliyorsa bir biçim, karşıtıysa bir başka biçim. Sosyal medya bu konuda hem dengeleri değiştirdi hem de bu manipülasyonun çok daha kolay ve yaygın hale gelmesine yol açtı.  Şimdi dileyen herkes mesajın kendince önemli gördüğü kısmını canı nasıl istiyorsa öyle öne çıkarıp dağıtabilme imkânına sahip.  Öyle olunca da günlük haberleri takip etmek başlı başına bir iş oldu, özellikle de politik gündeme ilişkin olanları.
Haberin saf hali pek ortada kalmadığından ve zaten siyasetçinin de konuşmasını yaparken aktardığı bilgileri saf halleriyle kullanmak gibi bir derdi olmadığından, tüm tehlikesine(!) rağmen (politik analiz ve yorumun, politik yönlendirme amacı olması fazlasıyla mümkündür çünkü) ben ciddiyetine güvendiğim analiz ve yorumları okumayı tercih ederim. Çünkü her ne kadar içerisinde bir “yönlendirme” amacı taşıması kuvvetle muhtemel olsa da ciddiyetiyle doğru orantılı olarak olguyu daha objektif verme ve çelişkileri de ortaya çıkarma kaygısı taşırlar.
Bu kriterlerle takip ettiğim yorumculardan birisi Ömer Laçiner. Laçiner, bir süredir yazılarında Ak Part ve Erdoğan sonrasının nasıl şekillenebileceğine yönelik (sadece kendisinin değil genelde de tartışılan ve/veya gelişmelerin sonucu olarak gündeme gelen) tasvirlere yer veriyor. Bu tasvirler içerisinde  “restorasyon” kavramının öne çıktığını ve bunun sorunlu olduğunu söylüyor.
Restorasyon mimari bir adlandırma, eski bir yapıda bozulmuş, yıkılmış olan yerleri, bölümleri aslını bozmayacak bir biçimde onarma demek. Politik restorasyonu da buradan hareketle, ülke yönetiminde ortaya çıkmış olan bozulmaların düzeltilmesi, değiştirilmiş uygulamaların eski haline getirilmesi, geri çevrilmesi olarak okumak mümkün. Tabi bir politik restorasyonun hiçbir zaman bozulmadan önceki halin birebir sağlanması olması mümkün değil, sonuçta politik olan günceldir ve güncel olanı yaratan koşullarda her daim değişmekte. Bu noktada politik restorasyon, reel olandan önceki bir durumu referans alır daha çok ve aradaki “bozulma” olmasaydı o öncekinin nereye evrilebileceğine dair bir kurguyu hayata geçirmeye bakar. Bu kurgunun ne kadar ileri gidebileceği, toplumsal sözleşmenin ortak kabullerinin nereye kadar ileri gidebileceğiyle içkindir. Yani 1) şimdikinin “kötü” olduğuna ilişkin bir kabul içerisindeki toplum kesimlerinin içerisinde, 2) öncekinin şimdinin sorunlarını gidermek için daha iyi bir zemin sunduğuna dair bir kabul içerisinde olan bir kesim vardır, 3) her iki kesimin içerisinde öncekinin şu ya da bu uygulamalarının daha iyi olduğuna inanan kesimler vardır, 4) tüm kesimler içerisinde bugüne ve yarına dönük olması gerekenlere dair farklı seslendirmeleri olan kesimler vardır vs. Birde doğal olarak bu kesimlerin sınırları da belirsizdir, belli başlı konularda birbirlerini dikey kesebilen, sınırlarla ayrılmış kesimler olabilir ama çoğu detay da birbirlerini yatay kesen farklı farklı kesimler türer daha çok.
Laçiner, öne çıkanın restorasyon olduğu konusunda haksız sayılmaz. Toplumda özellikle ekonomik krizle belirginleşen ciddi bir Ak Parti ve Erdoğan karşıtlığının geliştiği ama bu karşıtların “ne yapmalı?” sorusuna yönelik ortak yönelimlerinin belirgin bir fazlalık taşımadığı söylenebilir. Öyle olunca da “ortaklaşma” daha çok, şimdinin kötü ve sorunlu uygulamalarını ters yüz etmede somutlaşıyor gibi görünüyor ama tabi hâlihazırda Ak Parti ve Erdoğan iktidar olmaya devam ettiklerinden bunun pratiği pek yok. Belki son seçimlerle muhalefete geçen Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyelerinin kimi uygulamaları ama onlarda İstanbul’da Yenikapı’ya çekilen bin küsur araba gibi “yolsuzluk” kusuruna yönelik (şimdinin kötü olduğunun bir kez daha “somutlaşması” anlamında) ya da T.C. ibarelerinin geri konulması gibi sembolik (önceki daha iyiydi) aksiyonlar.
Bir zamanlar çalıştığım Paşabahçe Cam Fabrikası dolayısıyla üyesi olduğum Kristal-İş Sendikası’nda Genel Başkanlık yapmış Necati Altunkaynak’ın bir sözü vardı, “insan yaşadığı gibi düşünür[i]” derdi. Tabi buradaki “yaşadığı gibiyi” sadece yaşam koşulları değil, o yaşam koşullarını oluşturan, besleyen etkenlerle birlikte değerlendirmek gerek. Böyle değerlendirince son derece katıldığım bir değerlendirme bu. Sonuçta yaşam, son derece somut ve içinde yaşadığımız koşulları besleyen etkenlerde büyük oranda öyle. Yani bir işte çalışıyoruz ya da bir iş yapıyoruz, bir ya da birkaç topluluğun içerisinde vakit geçiriyoruz ve eğer bundan belli ölçüde memnuniyet duyuyorsak bunu sürdürmek için çabalıyoruz, yaptığımız işe devam ediyoruz ve içinde olduğumuz topluluklara uyum konusuna da önem veriyoruz. Buda son tahlilde yukarıda sıraladığım 1., 2., 3., 4. Vs. kesimlerle olan ilişkilerimizi ya da yatay / dikey seçimlerimizi etkiliyor. Toplum, özünde algıya, algı kültüre, kültür koşullara bağlı etkileşiyor gibi bir karmaşık denklem. Siyasetin kendini sürekli var ettiği ve siyasetçinin de içinde var olduğu alan bu.
Bu alanı açmaya kalktığınızda yani belirleyen etken koşulları somutlamaya giriştiğinizde karşınıza çıkansa topluluğun topluma dönüştüğü o birbirini kesen pratikleri var kılabilen sözleşme ya da kurallar. Yani yapısal durum. Buna devam edeceğiz.

[i] “İnsanlar yaşadıkları gibi düşünürler.” Friedrich Engels

Yorum Gönder

0 Yorumlar