Salgın Yönetimi Değerlendirmesi; Bugüne Kadar…


10 Nisan akşamını hatırlayacaksınız, ilk hafta sonu sokağa çıkma yasağı –yasağın başlamasına iki saat kala- duyurulmuş, ardından da insanların kalabalıklar halinde ve sosyal mesafeye sıfır toleransla açık buldukları dükkânlara yığıldıklarının resimleri düşmüştü sosyal medyaya. Son derece endişe verici görüntülerdi, nitekim bir hafta sonra düşmeye başlamış grafik bir anda yeniden yükselmişti. Aşağıdaki twitt dizisini o akşamın hezeyanını yorumlamaya çalışırken ertesi sabah göndermiştim.

Devlet yönetiminin aslında ne kadar ciddiye alınması gereken bir iş olduğunu belki de en çok o akşamın üzerine düşünürken fark ettim diyebilirim ve eminim ki bunda da yalnız değilim. Yönetim sistemine göre hükümete sahip ya da etkin bir parti ya da meclis grubu veya bir tek kişinin, -gerektiği kadar donanımı/bilgisi olsun ya da olmasın- aldığı bir tek karar, bir kısım insanın hayatını az ya da çok değiştirme, sağlığını olumsuz etkileme, hatta daha kötüsü hayatının son bulmasına yol açabilme etkisine sahip.

Girizgâhı kısa kesip bugüne kadar ki salgın yönetiminde bana göre açığa çıkmış eksikler yetersizlikler neler ve bunları gidermek için neler yapmalı, onları sıralayayım:
·      
                       Yönetimin “olabilir, hazırlıklı olalım” diyerek ne bir salgın hazırlığının hatta öncesinde böyle bir gündeminin bile olmadığı ortaya çıktı. Çünkü ortada böylesi durumlarda görünür olacak, krizi yönetecek bir kurum da yoktu. Bunun yerine hızlıca bir bilim kurulu oluşturuldu ve kurulun değerlendirme ve tavsiyeleri üzerinden “varolan sağlık altyapısı ile” sağlık bakanlığı sorunu üstlendi.
o   Demek ki aslında böylesi salgınlarda devreye girecek, devlet teşkilatlanması üzerinde gerektiği kadar yürütme yetkisi de olacak bir daimi organizasyona ihtiyaç var. Bu organizasyon, ortada salgın yokken olasılık senaryolarını hazırlayacak, alarm düzeyi ve yaygınlık derecelerine göre sorunla mücadele etmek için gerekebilecek önlemleri (insanların günlük sirkülasyonları ve günlük temel ihtiyaçlarının giderilmesi imkânlarına göre belirlenecek bölgelere uygun olarak hemen hastaneye çevrilecek binaların tespitinden sahra hastanesi kurulacak alanlara, test merkezlerinden gerekli maske vs. koruma teçhizatlarının nasıl ve hangi kanallardan derhal dağıtılabileceğine kadar) planlamak, simule etmek, gerekirse eğitim ve tatbikatlarını yapmak ve bunu sürekli güncel tutmakla yükümlü olmalı.
·         
          Başka hiçbir durumda dokunulamayacak, ucuz fon muamelesi görmeyecek bir acil durum tasarrufumuzun olmadığı, bir anda duran piyasa çarkının yaratacağı tahribatın pansumanının gene piyasadan beklendiği, kaynak sağlamak yerine borçlandırıp erteleme yoluyla durumun “idare” edilmeye çalışıldığını gördük.
o   Tamam, salgına zaten ekonomik bir krizin ortasında ve ekonomimiz zaten yeterince kırılganken yakalandık. Ama şunun şurasında, en fazla GSYH’nin yüzde 1-2’si kadarlık tutardan bahsediyoruz ki, bu tutarın yaklaşık yarısı zaten Merkez Bankasında ihtiyat akçesi adıyla vardı. İşkur’un devlet tahviline yatırılmış parası da öbür yarısı kadardı… Yani olabilirmiş ve bundan sonra da muhakkak olmalı.
·        
            Yönetim çoğullaşmalı! Bakın burası çok önemli! Sizi bilmem ama Sağlık Bakanının her akşam televizyona çıkıp hasta, ölüm, iyileşme sayılarını açıkladıktan sonra “hafta sonu sokağa çıkma yasağı olacak mı?” diye soran basına, “o konuda Cumhurbaşkanımız açıklama yapacak” demesi… Ya da Milli Eğitim Bakanının eğitim süreçleriyle ilgili sorulara “Cumhurbaşkanımız açıklayacak…” yanıtı vermesi benim çok garibime gidiyor, kendimi vasıflı zannedip işe aldığı çalışanın o kadar da vasıflı olmadığını fark eden patron gibi hissediyorum… Her şey tek merkezde bakılıp karar alınacaksa nasıl olacak? Önce aciliyeti aktaracaksın sonra da dua edeceksin “inşallah aktarabilmişimdir” diye…
o   Mevcut sistem denendi ve görüldü ki, olmuyor. Eskisi de olmuyor idiyse, o zaman gerekirse yenisini konuşalım ve elimizi ayağımızı kesecek, engelleyecek hangi tabumuz varsa, yıkıp, devam edelim. Neden onca hoyratlığına rağmen ekonomide tüm dünya halen piyasa kavramını bir kenara atamıyor? Cevabı basit, yerine koyabileceğimiz daha basit ve daha etkin bir yöntem bulunamadı da ondan. Piyasa demek devasa fabrikadan mahalle dükkânından alışveriş yapan tüketiciye kadar inanılmaz bir katılımcılığı seferber etmek demek. Katılımcılık iyidir ve gereklidir. Yerel yönetimlerden yerinde eğitime ve yönetime kadar hayatlarımızın kalitesini doğrudan ve dolaylı etkileyen hemen her konuda katılımcılığa açık mekanizmalar ve imkânlar zaten mevcuttur, baskılamak yerine senkronize gelişmelerini sağlamayı hedefleyelim, daha iyi.

Yorum Gönder

0 Yorumlar