Robotlar ve Yapay Zekâ Evriliyor! Ya İşgücü!

The Volvo production line at Torslanda factory outside Goteborg is shown in this Thursday Jan.14, 1999 photo. Ford Motor Co. announced Thursday Jan. 28, 1999 that it will buy the passenger car division of Sweden's Volvo AB for $6.45 billion, adding another premium brand name to the portfolio of the world's No. 2 automaker.(AP Photo/Jonny Mattsson)

“Sana söyledim Bernard. Bize güvenme. Biz sadece insanız. Eninde sonunda hayal kırıklığına uğratırız”*


Son dönemin trend yazı konusu teknolojinin hızlı gelişimine bağlı olarak yaşanan değişimler. Şirketler hızlı değişime nasıl ayak uydurmalı? Değişimi bir süreklilik olarak işe nasıl monte edebiliriz? Robotlar ve yapay zekâ işimizi elimizden alacak mı? İşgücü nasıl evrilecek? Bunlar aynı zamanda, bu değişime ayak uydurmak isteyen kurumların, vasıf ve nitelik açısından ihtiyaç duydukları işgücü ihtiyacının da hızla değişeceği anlamına geliyor.

Örneğin şöyle bir çıkarım var; “şu anda öğrenci olanların yüzde 65’i henüz icat edilmemiş işlerde çalışacak.” Bu durumda:

Soru 1) Şu anda bir işte çalışanlar, 10-20 yıl sonra ne iş yapacak? Soru 2) Şirketler gelecekte, ihtiyaç duyacakları işgücünü nereden sağlayacak?

İki soruyu peş peşe sıralayınca ilk akla gelen yanıtın “işgücünün yeniden eğitimi” olduğunu duyar gibiyim. Bu teorik olarak doğru ama pratikte aşılması gereken çok engel var. Öncelikle şu “eğitim” işini kimin üstleneceği belli değil.

Eğitim beşeri sermayenin bir numaralı kaldıracı. Böyle bakınca bu işi öncelikli olarak devletlerin üstlenmesi gerekli gibi görünüyor. Gelişmiş ülkelerin bu konuda da ilerde oldukları şüphesiz ama GOÜ’ler için aynı şey söylenemez. Hele ki demokrasisi gelişmemiş ülkeler söz konusu olunca, eğitimi daha çok kendi ideolojik ya da inançsal tebaasını yaratmak için kullanan devlet “yönetici” profili fazlasıyla öne çıkıyor ve onlar için gelecek 20+ yıl sonrası değil, hemen önündeki 3-5 yıl daha iktidarda kalmak daha önemli olabiliyor çünkü tersten bakınca, geri kalmış ülke olmanın yarattığı gerilim iktidar(ı) için bir tehdit.

Hayatta kalmak için şirketler bunu üstlenir mi? Kısmen evet, çünkü buna ihtiyacı var. Ama şirket, doğası gereği bunu ihtiyacı kadar yapar ancak ve eğer bulabiliyorsa ve maliyeti de daha ucuza çıkacaksa, eğitmek yerine “satın almayı/kiralamayı” tercih eder. Üstelik eğitmeyi tercih etmesi durumunda bile, eğitilmeye en müsait olanları, yani bir birikimi ve altyapısı olanları seçmeye çalışacağı kesin.

Genel kanı, gelişen teknolojinin, maliyeti ucuzladığı oranda şimdiki işgücünün yerini alacağı ama işgücünün de kendisini gelişen şartlara uyarlayacağı, yani kopuşun kısa süreli olacağı şeklinde. Ancak çalışanların kendi kendilerini eğitebilmeleri istisnadır ve daha çok, yıllar içerisinde edindiği bilgi, birikim ve tecrübeye dayanan çalışanın kendisini geliştirmesiyle karıştırılır.

Peki, olayın dramatik tarafı nedir? Şudur; teknoloji sadece bugünün beyaz yakalılarını tehdit etmiyor, aslında mavi yakalılar için daha büyük bir potansiyel tehdit söz konusu. Yarının dünyasında kimse kasiyer öngörmüyor örneğin, tezgâhtarlık belki de sadece VIP müşterilere sunulan, konusunda donanımlı kişilerin yapacağı bir tür “danışmanlık” haline gelebilecek. Sürücüsüz otomobillerden sonra taksi şoförlüğü, yapay zekânın gelişmesiyle çağrı merkezleri ve sekreterlik “bir zamanların” işlerinden olacak. 3D yazıcılar kimi üretimleri belki evlerimize kadar sokacak ve insansız robot fabrikalar çoğalacak.

Gelişmenin akla getirebileceği imkânlar sınırsız ama ya karanlık taraf! Ne yazık ki o da var.

Bu şimdiden, geniş yığınları kolayca etkisi altına alabilecek bir “korku” olarak görülmeli. Örnekleri de var ve kastettiğim yüzelli yıl öncesinin makine kırıcıları da değil. Şu anda olmakta olana bakalım, mülteci korkusunun gelişmiş AB ülkelerinde insanları göçmen karşıtı partilere gitgide artarak yönlendirmesine. Oradaki refleks, toplum olarak sahip oldukları ve birey olarak da faydalandıkları yaşam standartlarının mültecilerin varlığı altında tehlikeye girdiğini düşünmelerinden kaynaklı. Aynı tehlikenin, şimdiki toplumsal dengelerinin kendi içlerinde ve teknoloji kaynaklı oluştuğunu düşünmeye başladıklarında tepkileri nasıl olacak acaba!

“İşgücünde teknoloji kaynaklı kopuşun kısa süreli olacağı” bir temenniden ibaret maalesef. Kapitalizmin bir numaralı kuralı eşitsiz gelişim üzerinde yükselmektir. (İnsanlık, bildik tarihi boyunca “eşit gelişimi” beceremedi). Ve aynı kural işlemeye devam ederse (ki edecek, başka nasıl yapabiliriz, genel insanlık ailesi olarak hiçbir ortak fikrimiz yok), söz konusu kopuş uzun süreli olacak ve beraberinde çok ciddi toplumsal krizler getirebilecek.

Bu ihtimale karşın şimdiden konuşulan tedbirlerden birisi, çalışmasa dahi her insana bir asgari ücret ödenmesi. (Bu, örneğin geçmiş on yılda hayata geçirilebilmiş olsaydı, AB ülkelerinde göçmen karşıtları ya da ABD’de Trump gibi “tepki” çıkışları belki de seçilmezlerdi.)

Ama şurası gerçek. Tüm algı ve değerlerimizin yeniden (ve yeniden) oluşması gereken bir zamana doğru ilerliyoruz.

*Dr. Robert, Westworld’dan

Yorum Gönder

2 Yorumlar

  1. Bu konu HBR Türkiye'nin Ekim sayısında kapak konusu olarak işlenmiş. İlgi duyanlara öneririm.

    YanıtlaSil
  2. […] Toplumsal gelişimin kendisini “haklı” ya da “haksız” diye nitelemenin sosyolojik açıdan bir anlamı yok. “Böyle olmuş, çünkü başka türlü olamamış!”. Ama günümüzde herşeyin farklılaşabileceğine dair emareler ve toplumsal yapıştırıcılarımızı bir kez daha düşünmemizi gerektirecek kadar hızlı teknolojik gelişmeler söz konusu. Bugün gelişmiş ülkelerde ki evsizlerin sayısı, rahatlıkla körfez ülkelerinin nüfusuyla yarışacak kadar çok. Ve bugün teknolojinin, bugün varolan ve insanların yaptığı pek çok iş türünü yakın bir zamanda insansız da yapılabilecek hale getireceğinden bahsediyoruz. […]

    YanıtlaSil