Sosyal Medya! Zamanın nicesi!

Sosyal Medya şüphesiz, zamanın (belki tüm zamanların da) en önemli iletişim, bilgi (ham haliyle ve de olağanüstü manüplatif olsa da), istihbarat ağı (Linkedin kurucusunun sözünü hatırlayın; internette kendimizle ilgili neleri paylaşmalıyız sorusu üzerine, “şehrin en işlek meydanın da elinizde megafonla duyurmayacağınız şeyleri paylaşmayın!”). Bu özellikleriyle sosyal medya, iyimser bakanlar için, insan topluluklarının farklı kültürlerinin birbirleriyle en yoğun temas kanalı ve topluluklar birbirlerinden haberdar oldukça ve en önemlisi ortak noktaları öne çıktıkça, birbirlerine dönük önyargıları da gitgide kırılacak. Haksız değiller elbette, sosyal medyanın böyle bir işlevi var şüphesiz. Bu sayede dünyanın hemen her yanındaki sosyal çalkantılarda, tarihte hiç olmadığı kadar hızlı ve “kesine yakın” duygularla taraf seçebiliyor, Arap Baharında kalbimizle Tahrir Meydanı’nda olabiliyoruz.

Ama tabi böylesi taraf belirlemeler, olay bizden uzaktaysa ve taraflardan biri ya da öbürü günlük hayatımıza, gündelik siyasal tarafgirliğimize dâhil değilse daha kolay. İçimizdeyse eğer, o zaman bu o kadar kolay olmuyor. Daha da ötesi, bu kez sosyal medya, kamplaşmanın, “karşı kamptakileri” görmenin kanalı olabiliyor. Yani sosyal medyanın değişim gücü, iyimserlerin iyiniyetli savunularıyla aynı hızda değiştirmiyor belki de insanları.

Tabi bunda toplumların ve bireylerin günlük/anlık algılarını belirleyecek kadar içlerine sinmiş, kökleşmiş, geleneksel yaklaşımların payı büyük. Örneğin HBR’nin Aralık sayısında bununla ilgili yayınlanan bir makale de, Uber üyesi ev sahiplerine dönük bir araştırmanın sonuçları var. Buna göre ev sahipleri beyazsa ve kiralamak isteyenlerde siyahiyse, kiraya verme oranları düşüyor. Bir başka araştırma da iş arayan siyahilerin iş bulma, hatta başvurularına yanıt alma oranlarının beyazlara göre ciddi derece düşük olduğunu ortaya koyuyor.

Ayrımcılığın bu şekilde yaşanması, sorunu tam olarak iş dünyasının da sorunu haline getiriyor. Çünkü aynı makalede yer alan yaklaşımlar, doğrudan şirketlerin bu tarz ayrımcılığa karşı çıkması, bunu önlemeye dönük tedbirler alması gerektiğine de vurgu yapıyor. Bu öyle bir konu ki, şirketler bir nokta da buna karşı tedbirler geliştirmeye çalışmazlarsa, gelişmiş ülkelerin ayrımcılığa karşı duyarlı kamuoyu, kendilerini çok kısa sürede ayrımcılığın tarafı/destekleyeni olmakla ya da en azından sosyal açıdan bunu umursamamakla (bunun okunuşu “sadece para kazanmayı umursamakla) suçlayabilir ve bu onlar için hiç iyi olmaz.

Bizde ise durum bundan kötü görünüyor. En yaygın sosyal medya kanalları Facebook, Twitter ve Linkedin üzerinden bakarsak:

Facebook, dünyada olduğu gibi bizde de en yaygın kullanılan sosyal ağ. Ama genel olarak bildik, tanıdık arkadaş, akraba gruplarına açma gibi bir alışkanlığımız var. Beğenmediğimiz tarz paylaşımlar yapanları ise genelde listelerimizden çıkarıyoruz. Bu yüzden ne derece birbirimizden beslendiğimiz şüpheli çünkü listemizde olanlar ya bizim gibi düşünenler ya da aile içerisinde “katlandıklarımız” oluyor. Gene de artık ilişkilerimizi değerlendirme noktasında bu paylaşımlar oldukça belirleyici.

Twitter daha çok gençler arasında yaygın. Özellikle toplumsal olaylar sırasında öne çıkıyor. Facebookta paylaşmak için karşılıklı selamlaşmak gerekiyor dersek Twitter daha bir sokakta omuz atmaca türünde. Troller bu yüzden özellikle burada faal.

Linkedin, daha baştan belirlediği misyonuyla diğer ikisinden ayrışıyor. Burada yer alanlar asıl olarak iş dünyasının içindeki profesyoneller ve patronlar olarak kabul ediliyor. Bu yüzden paylaşımların da daha iyi düşünülmüş analizler olması umuluyor. Buna örnek olabilecek gerçekten besleyen paylaşımlar da oldukça var. (Benim favorim Silk&Cashmere CEO’su Ayşen Zamanpur. Kısa paylaşımlarla hem markasını hem liderliğini hem de pozitif etkileşimi öne çıkarma konusunda oldukça başarılı bir örnek.)  Ama diğer taraftan, sıradan kahvehane muhabbeti kıvamında, (burada kötü örnek yayınlamak doğru olmaz) kimi zaman son derece ırkçı ve profesyonellere yakıştırılamayacak sığlıkta ayrımcı/ötekileştirici paylaşımlar da yapılıyor. Linkedin’in yeni iş ortaklıkları ya da iş veya eleman arayanlara ne derece faydalı olduğuna dair bildiğim istatistikler yok ama gitgide artan oranda kullanımının yaygınlaştığı biliniyor. Bu noktada bu tarz paylaşımların, platformun asıl misyonuna yönelik arayışları nasıl etkilediği de bilinmiyor haliyle ama paylaşımlardaki pervasızlık, paylaşan kişilerin kendileriyle aynı tarafta olmadığını düşündükleriyle bir araya gelmeye hevesli olmayacaklarını da düşündürüyor. Yani nitelik ikinci plana itilirken, siyasal ya da etnik, kültürel vs. niceliğin ön plana çıkması gibi bir sonuç, şaşırtıcı olmayabilir.

Yazıda estetik kaygısını bir kenara bırakırsak (biraz toparlama sorunu yaşıyor olabilirim), sosyal medyaya iki anlam yüklüyorum. Birincisi, toplumun anlık halinin fotoğrafı (ki kötü bir poz veriyoruz şu sıralar), ikincisi de bugünün tarih kayıtları oldukları (big datayı birde böyle okursak…)

Yorum Gönder

0 Yorumlar