“Gelecek” Savaşlarının Tohumları İçimizde Yeşerirken

1991 yılında, Minnesota Üniversitesi’nde ilk gerçek kullanıcı dostu arayüzün geliştirilmesinden, gene 1989’da Tim Berners ve ekibinin Avrupa Parça Fiziği Laboratuvarı’nda bilgi dağıtımı için önerdikleri yeni bir protokol olan Cern’in 1991 yılında www (World Wibe Web) adını almasından ve 1998’de Microsoft’un Windows 98 sürümü işletim sistemi ile Explorer tarayıcının masaüstü kişisel bilgisayarlara yaygın şekilde entegre olmasından bu yana İnternet[1], çağın temel belirleyicilerinden oldu.

Akıllı telefonlarla birlikte hepimizi Yeni Dijital Çağ’ın[2] eşiğinden içeri adeta sıbıtan bu halâ çok yeni teknoloji; arama motorları, e-ticaret ve son olarak da sosyal medya kanalları ile şimdi bambaşka imkânları ve kaygıları birlikte düşündürüyor.

İnsanlığın binlerce yıllık tarihi boyunca kaydederek biriktirdiği veri toplamının yüzlerce kat fazlasını bir yılda ürettiğimiz 1960’lı yıllardan bu yana devam eden ivme, internetin yaygınlaşmasına nesnelerin interneti (birbirleriyle konuşan cihazlar) de eklenince, kendini her yıl katlayarak ve bu katlama sayısını da katlayarak ilerleyen bir hale geldi.[3]

Medyadan devletlere, devrimlerden terörizme kadar her şeyi dönüştüren ve insanlarca oluşturulmuş hemen her kurumun veri madenciliği yoluyla içinde olmaya, içinden çıkarmaya, pay almaya, yer edinmeye, kontrol etmeye çabaladığı ama “genelde yapısı gereği hükmedilemeyen ve hükmedilemez ‘yasaların dışında’ bir mekân”[4] olarak gelişen internet, bir yandan sunduğu kolaylaştırıcılarla bizi hergün ve gittikçe artan oranda her şeyimizle içine çekerken, bir yandan da bu her şeyimizi ortaya sermenin sonunun nereye varacağına dair kuşku tohumlarını da içimize serpiyor.

“Öleceğimizi bildiğimiz halde yaşama odaklanmayı tercih eden” doğamız, bildiğimiz hiçbir tarihsel atamızın tecrübe etmediği bu yeni duruma da aynı pozitif iyimserlikle yaklaştığından, varolan kuşkularımız henüz “kitlesel kaygı” boyutuna çıkmamış durumda. Bunun sonucu olarak da bu yeni çağ da “mahremiyet”, paramparça yapıp üzerinde tepindiği “eski” mahremiyet algımızın üzerinde ve dışında ama bu kez “toplum” odaklı değil birey tercihi / rızası bağlamında yeniden oluşuyor. İnsanlar (genel kültürel öbekleşmeler dahilinde düşünerek, kıtasal coğrafyalar arasında farklılıklar olmakla birlikte) “kişisel” fayda sağladıkları durumlarda verilerini açmaktan pek de rahatsız olmazken, bu verilerin rızaları dışında kurumlara, devletlere ya da üçüncü taraflara ulaşmasından kaygı duyuyorlar.

Bildiğimiz, binlerce yıldır gelişme halindeki fiziksel uygarlığımızın yanı başında ama çok daha hızlı gelişen bu “sanal uygarlık, hayatın bugünkünden çok daha güvenli ve konforlu olacağı “ütopik” gelecek beklentimizle aynı anda, Azınlık Raporu, Terminatör’e, Matrix’e, Lucy, Autómata’dan yansıyan “distopik” korkularımızı da besliyor.

Umalım (ve bunun için de çabalayalım) ki “bu iki uygarlık, her biri diğerinin olumsuz etkisini frenlemeye çalışarak, az çok barışçıl bir şekilde bir arada[5]” var olabilsinler.

[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nternet%27in_tarihi

[2] Yeni Dijital Çağ; Eric Schmıtd-Jared Cohen; Optimist Yay., Şubat 2014, İstanbul

[3] EMC’nin araştırma sonucuna göre; dijital dünyada 2013 yılında kullanıcılar tarafından üretilen veri miktarı 2,9 ZB iken internete bağlı nesneler tarafından üretilen veri miktarı 2.3 ZB. Ve bu miktar nesnelerin ürettiği veri vasıtasıyla her iki yılda bir iki katı kadar artmakta. (İnfografiğe http://www.emc.com/infographics/digital-universe-2014.htm linkinden ulaşabilirsiniz.), Hülya Soytürk, http://eticaretmag.com/nesnelerin-interneti-yapay-zeka-ve-buyuk-veri/


[4] Eric Schmıtd-Jared Cohen, A.g.y.

[5] Eric Schmıtd-Jared Cohen, A.g.y.

Yorum Gönder

0 Yorumlar