Güç Katıysa=Su Gibidir


Ali Saydam yazılarını takip etmeye çalıştığım, iletişim alanında yüksek birikimi ve özgün fikirleri olduğunu düşündüğüm biri, özellikle pr’da yaygın/popüler kavram ve trendlerin yerel uyarlamalarını yakalama noktasında.

Geçen yazılarından birinde gene böyle ilginç bir durum yakalamış:

“Özeti şu: İsmailağa cemaati ile cemaatten ayrılan Fatih Medreseleri grubunun İsmailağa markasını kullanma konusundaki anlaşmazlıkları mahkemeye taşınmış. Marka ihlali davasında cemaat lehine karar veren mahkeme İsmailağa Medya A.Ş.’yi 5 bin TL tazminata mahkûm etmiş.
“Habertürk’ten Hayati Arıgan’ın verdiği habere göre Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada birde ilginç tartışma yaşanmış. İsmailağa Medya A.Ş., dini sembollerin tescil edilemeyeceğini belirtmiş, İsmailağa adının Şeyh İsmail Efendi’den geldiğini, dini bir sembol olduğunu belirten şirket bu nedenle “İsmailağa markasının” tescil edilemeyeceğini ileri sürüp davanın reddini istemiş. Dosyanın gönderildiği bilirkişi raporunda “İsmailağa” ibarsinin dini değer ve sembol olmadığı, davalı şirketin “İsmailağa” markasının bulunmadığı, ticaret ünvanı kullanımının yanında markasal kullanıma taştığı için marka tecavüzünün bulunduğu belirtilmiş. Olayda “marka” hakkının tecavüzü ve “haksız rekabet” olduğuna hükmeden mahkeme de bunun durdurulması için şirketin ticaret unvanından “İsmailağa” unvanının kaldırılmasını kararlaştırmış.
“Fikri mülkiyet haklarının (Intellectual Property Rights) korunması ve savunulması ülkemizde son yıllarda yeni yeni gelişmekte olan bir uygulama. Kapitalizmin gelişimi ve marka yönetiminin en kritik alanlarından biridir.
“Bu kadar ileri, gelişmiş ve karmaşık bir konuda bir çırpıda dışardan bakıldığında gelişmişliğin dışındaymış gibi mütalâa edilen toplum kesimlerinin bu konuda gösterdikleri hassasiyet dikkat çekici.”
[i]
Şimdi kalkıp cemaatten birine, “İsmailağa bir markadır, siz bunu sadece görüşlerine bağlı olduğunuz kişinin adına saygı olarak bir sembol değerinde kullanmıyorsunuz, aynı zamanda yürüttüğünüz sosyal ve ekonomik faaliyetler için marka değeriyle birlikte kullanıyorsunuz” denilse, belki de sert bir tepki söz konusu olabilecek.

Bunun seküler taraftaki örneğini ise adı bir zamanlar Sosyalist İktidar Partisi (SİP) olan partinin, adını Türkiye Komünist Partisi (TKP)’ye dönüştürmesinde bulabiliriz. O tarihte her ne kadar bu isimle bir siyasal organizasyon olmasa da SİP’in bu kararı, 1920’de kurulmuş ve 1980’lerin ikinci yarısında Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile birleşerek Türkiye Birleşik Komünist Parti (TBKP)’ye dönüşmüş olan tarihi TKP taraftarları kadar sosyalist solun genelinde de ciddi tepkiyle karşılanmış, eleştiriler “hırsızlık” suçlamalarına kadar varmıştı.

Toplumsal grup ve organizasyonlarda isim konusu, kurucuların tercihi kadar geleneksel köklere, toplumsal algıya ve kabule de bağlı. Toplumsal organizasyonda varlığını resmi mevzuattan çok bu köken geleneğe dayandırır. Öte yandan, varoluş amacını ekonomik çıkar olarak tariflemeyen organizasyonlar da “pragmatizm”, “pragmatik davranmak”, topluluk liderlerince kalabalıklar önünde onaylanmayan, hatta kimi zaman da küçümsenen hal ve tavırlardandır.

Ama iş, üzerinden prim yapılan ya da sosyal veya ekonomik (ya da ikisi birden) çıkar sağlanan isim/markanın korunması ya da SİP/TKP örneğindeki gibi “fırsattan istifade” alınmasına gelince ortaya konulan aksiyon gayet pragmatist olabiliyor ve toplumsal mesajı moderniteye karşı dinsel gelenekten yana olmak üzerine şekillenen İsmailağa cemaati “İsmailağa” adının dini bir sembol olmadığı, rakip kurumlarca kullanımının haksız rekabet yarattığı kararını alıp cebine koyabiliyor ya da siyasal planda devlette rejim değişikliğini ve toplumsal mücadelenin resmi yasalarla belirlenemeyeceğini savunan SİP/TKP, tarihi TKP’nin uzun siyasal yaşamına rağmen Türkiye Komünist Partisi (TKP) adını –hep illegal olması dolayısıyla- devlet kayıtlarında hiç resmen tescilleyememiş olmasından istifade üzerine alabiliyor.

Uzun lafın kısası, başlığı açarsak, güç katıdır ama elde edilmiş gücü korumak için bazen su gibi olmayı da gerektirebilir(miş).

Yani aslında, öyle söylendiği gibi siyah-beyaz değil dünya. Söylemsel bazda öyle katı çizgilerle alanı darlaştırmak yerine, evrensel kabullere dayalı ve çoğulculuğa elverişli söylem ve yapılanmaları pekiştirmek, hem ters köşeleri azaltır hem de pragmatik olmayı kafadan olumsuzlamaz. Toplumun bölünme dinamiklerini de beslememiş olur hem.



[i]İsmailağa Cemaati’nin Marka Yönetimi, Ali Saydam, Marketing Türkiye, Haziran 2018

Yorum Gönder

0 Yorumlar